Kapadokya belgelerinde Tegarama, Hitit kaynaklarında Tagarama ve Gurinian Asur kaynaklarında Tilgarimmu(yüksek mağaraların bulunduğu su yeri), Ermeni kaynaklarında Arabisios, Kimmer İskit tarihinde Tehaorma, Tevrat’ta Togarma, Bizans döneminde Gauraina ismiyle bilinen ve 1408 yılında Osmanlı topraklarına katılan, 1869 yılında kaza olan ilçenin, Gürün ismini ne zaman ve nasıl aldığı hakkında tarihi, coğrafi ve insani etkilere bağlı olarak, nesilden nesile aktarılan birçok rivayet bulunmaktadır.[1]
1- Gürün: Özel, isim (gü’rün), Sivas iline bağlı ilçelerden biri, Mardin ili, Nusaybin ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi. Samsun ili, Lâdik ilçesi, merkez bucağına bağlı bir yerleşim birimi.[2]
2- Gürün: Gürün ve havalisinde oldukça kuvvetli bir ekine veya çayır çimene ya da sebze meyveye gürleşti veyahut da göğerdi/güverdi denir. Yine bir kimsenin sesinin çok kuvvetli olduğunu anlatmak için de gür sıfatını ekleyerek gür sesli denilir.
Çok kuvvetli, oldukça bol anlamlarına gelen Gür kelimesi, nam, şan, şeref, oldukça meşhur anlamlarına gelen Ün kelimesi ile birleştirilerek söylendiğinde Gür-Ün kelimesini oluştururlar. Bu açıdan bakıldığında Gürün kelimesi, ünü çok, meşhur olan veya ünü her yerde söylenen anlamına gelir. Gürün İlçesi de şalı, elması, alabalığı, Gökpınar Gölü, Şuğul Kanyonu, Hititlerden kalma kaya evleri ve yeşilliğiyle nam salmıştır.
3- Gürin: İn” hecesi “inmek”ten emir olarak “in” anlamına geldiği gibi Gürün ve havalisinde hayvanların bile zor sığdığı küçük sığınaklara, barınaklara da “in” adı verilir ve devamlı olarak kullanılır. Gürün bölgesindeki mağaraların ve sığınakların bol miktarda bulunması itibariyle Gür-İn isminin verilmiş olabileceği zayıf bir ihtimalde olsa düşünülebilir.
Gürün’den güney doğuya yani Darende’ye doğru olan bölgelerdeki yerleşim yerlerinin isimlerinin sonu çoğunla “ın, in, ün, un” şeklinde bitmektedir ki bunların da kendilerine göre bir takım tarihi, coğrafi vb. anlamlarının olduğu kesindir. Ancak hangi kavmin bu isimleri vermiş olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Mesala Gürün, Gübün(Çayboyu), Telin(Suçatı), Tıhmın(Bahçeiçi), Avgun, Mahgen vb.
4- Gaurania: Klasik dönemde Gürün’ün adı Gaurania’dır. M. Ö. 800’lü yıllarda Asur Kralı 2. Sargon zamanında, Kummuh Krallığına ilhak eden ve halkıyla beraber sürgüne gönderilen, Gurgum Kralı Günzian’ın ismi Tegarama bölgesine isim olarak verilmiş, Günziani ismi de Gürün-Gürinian-Guriania-Gaurania gibi değişikliklere uğramıştır.
5- Grün-Green: Almanca’da Grün, İngilizce’de Green, Ermenice’de ise Gananç kelimesi “Yeşil” anlamına gelmektedir. Yine Almanca’da Grüne kelimesi de “koyu yeşil” anlamındadır. Belki de Avrupa kökenli kavimlerce, Ilçenin yeşilliginin ve suyunun bol olması sebebiyle bu isim de verilmiş olabilir. Grün-Grüne-Green isimlerinin de zamanla Gürün şekline dönüşmüş olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Romalılar, Bizanslılar, Ermeniler ve Rumlar bu bölgede uzun bir süre yaşamışlar ve bu bölgelere kendi dillerince bir takım isimler vermişlerdir.
6- Görün ve Görünün: Gelin, bu yerin güzelliğini gözlerinizle Görün. Görünün: Kişinin saklandığı yerden çıkarak görünmesi için; Görün, Görünün şeklinde anlatılan bir efsaneye dayanmasıdır.[3]
7- Kürün: İçinde su bulunan betondan veya diğer araçlardan yapılan derin şekilde su kabına verilen isimdir
8- Gürün: Hayvanların su içtiği yalak, oluk. İlçenin dar ve derin bir coğrafik yapıda olması nedeniyle bu ismin verilmiş olabileceği düşünülmektedir.[4]
MEŞHUR “BEŞ BELDE” SÖZÜNÜN HİKÂYESİ
Arapkir, Eğin, Darende, Divriği ve Gürün ilçelerinde nesilden nesile, dilden dile anlatıla gelen bir beş belde hikâyesi vardır. Araştırmalarımız sonucunda hikâyenin en az dört farklı versiyonu olduğunu gördük. Bunlardan ikisi Koca Ragıp Paşa’ya dayandırılırken, diğeri Konya üzerinden anlatılmaktadır. Ortak nokta ise bu olayın Osmanlılar zamanında gerçekleşmiş olmasıdır. O günden sonra da bu soru tekerleme olarak günümüze kadar gelmiştir.
Birinci Rivayet: “….olamazsınız beş beldenin birinden”
1698 yılında İstanbul’da doğmuş olan Koca Ragıp Paşa aslen Arapkirlidir.1740’ta Dış İşleri Bakanlığı’nda Reisülküttaplığa getirilen Paşa, 1743’te de Mısır valiliğine atanmıştır. Sayda, Rakka ve Halep valiliklerinden sonra 11 Ocak 1757 – 8 Nisan 1763 tarihleri arasında sadrazamlık yapmıştır. Iyi bir tahsil gören Paşa’nın, şairliği ve edipliği de vardır. “Merd – i kıpti şecaatin arzederken sirkatin söyler (Çingene erkeği yiğitliğini anlatırken hırsızlığını söyler)” beyti darb-ı mesel olmuştur. Şiirlerinin toplandığı “Divan”, diplomasi, siyasi ve sosyal mevzuuları ihtiva eden “Münseat’, “Tahkik ve Tevfik”, “Sefinetü’r-Râgıb” ile birçok manzum ve nesir yazılarını ihtiva eden “Mecmua” adli eserleri vardır. Kitap okumaya ve kütüphaneye çok düşkün olan Paşa Kütüphane gibi hayır müesseseleri kurmaya çok meraklıdır. İstanbul Koska’da çok mükemmel bir kütüphane kurmuştur. 1763 yılında ölen Koca Ragıp Paşa’nın mezarı da kendi adını taşıyan bu kütüphanenin bahçesindedir.
Ragıp Paşa bu iyi alışkanlığını şimdi Malatya’ya bağlı, eskiden de Sivas’a bağlı bir sancak durumundaki memleketi Arapkir’e, Sivas’a bağlı Divrigi sancağının kazası Darende’ye, Darende kazasına bağlı Gürün’e ve Eğin(Kemaliye) olarak bilinen bölgeye de birçok hayırlı hizmetler yapmış, kitaplıklar ve okullar açtırmıştı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda medrese, medresede okuyan öğrenciler, cami ve kitaplıklar hakkındaki sayımlar ilk defa Koca Ragıp Paşanın sadrazamlığı zamanında yapılmıştır. Sayım sonuçlarının divanda görüşülmesi sırasında Divriği, Arapkir, Egin, Darende ve Gürün’ün emsali yerlere nispeten medresesi, okuyanı ve âlimi çok olduğu görülmüş ve bu durum dikkat çekmiştir. Nüktedan ve hazır cevaplı biri olan Paşa önceden kulağına gelen,”Arapkir’den geldi devlete erdi” diye arkasından laf atıp, dedikodusunu yapanlara, karşılık olarak: “Divriği’nden, Egin’den, Arapkir’den, Darende’den, Gürün’den olamazsınız bu beş beldenin birinden” diyerek kendini çekemeyenleri cevaplamıştır.
İkinci Rivayet: “….olmayasun beş beldenin birinden”
Aslen Arapkirli olduğu söylenen Koca Ragıp Paşa’nın, biri Arapkirli, diğeri de Eğinli olan iki hattatı vardı. Paşa, 11 Ocak 1757 yılında Sadrazam olunca, işlerin yoğunluğu sebebiyle üç hattatın daha alınmasını emreder.
Yapılan sınav sonucunda seçilen üç hattat, Paşanın huzuruna çıkarılır. Paşa yeni hattatların yazılarına bakar, çok beğenir. Önceki hattatlarından çok memnun olan Paşa, yeni hattatlara” Olmayasun Arapkir’den, Eğinden?” diye sorar. Yeni hattatlardan biri Gürünlü, diğeri Divriğili, üçüncüsü de, Darendeli olduklarını söylerler. Zamanın şairlerinden de olan Paşa duygulanır ve “Olamayasun beş beldenin birinden, Güründen, Darende’den, Divriği’den, Eğin’den, Arapkir’den illa da Arapkir’den.”der ve yeni seçilen hattatlara göreve başlamalarını bildirir. Paşanın bu sözü, sonraları olumsuz bir deyimmiş gibi algılanır.
Oysaki Paşa, “Olamayasun(olmayasın) Arapkir’den, Eğinden” sözüyle, Arapkirli veya Eğinli misiniz demek istemiştir. Ayrıca Paşanın yeni hattatlarının yazısının, çok beğendiği eski hattatlarının yazısına benzerliği karşısında, hattatlarının memleketi olan beş belde insanını bu sözüyle övmüştür.
Konya Rivayeti: “….olmayasın beş beldenin birinden”
Mevlana Celalettin-i Rumi döneminde ülkenin çok yerlerinden öğrenciler öğrenim için Konya’ya giderlermiş. Bunlardan Arapkir, Eğin, Darende, Divriği ve Gürün’den gelenler daha başarılı ve etkili olurlarmış. Bir gün keskin zekâlı, başarılı bir çocuk daha gelmiş Hoca merakla (ve olumsuz soru şekli ile) “Oğlum, sende olmayasın beş beldenin birinden yani Arapkir’den, Eğin’den, Darende’den, Divriği’den, Gürün’den” diye sormuş.
Darende Rivayeti: “Olmayasın ! Beş beldenin birinden ?” sözünün gelişi bir menkıbeye dayanmaktadır. Çok zaman önceleri, bu belde mensupları, Osmanlı Sarayı’nda oldukça hatırı Sayılır mevkilerde bulunuyorlarmış. Bir gün sarayda çözümü güç bir sorunla karşılaşılır. Padişah kimi çağırdıysa istediği sonucu elde edemez. En sonunda huzura alınan bir kişi, padişahı rahatlatan bir çözüm önerir. Bunun üzerine padişah çok memnun kalır ve karşısındakine sorar; “Olmayasın Beş Belde’nin birinden? Darende’den, Divriği’den, Arapkir’den, Eğin’den, Gürün’den” Bu, o zamanın, Osmanlıdaki konuşma dilidir ve bir soru şeklidir. Soruna çözüm bulan kişi “ Darendeliyim hünkârım” diye cevap verir. Bunun üzerine padişah “Dile benden ne dilersen” der. O kişi de: “Sağlığınızı dilerim hünkârım” yanıtını verir. Padişah bu sözler üzerine daha da memnun kalır ve ona büyük ihsanlarda bulunur.[5]